Lor Peyniri ve Pastırma
- by hbilgen
Lor Peyniri ile Pastırma bir yazıda nasıl bir araya gelebilir?
Bunun benim açımdan olan birleşimi, aslında çocukluk döneminde yaşadığım bir tramva ile açıklanabilir. Burada, bir baba’nın çaresizliğini, bir annenin yalvarışını ve bir sıpanın isyanını bulabilirsiniz. Aynı şekilde zıt olarak bir babanın gururu, annenin mutluluğu ve yine -ben- aynı sıpanın mutluluğunu bulacaksınız.
“Sene, geçen sene…” şeklinde başlanamayacak kadar eski bir zamandan, benim muhtemelen ilkokul veya okul öncesi yaşlarımdan bahsediyorum.
Ailemiz, ben henüz 3/5 yıllık kallkınma planlarında bile adı geçmez iken, Erdemli/Mersin’den, savaşın hemen akabinde, nüfus artışı sağlamak adına Kıbrıs’a gönderilen Veyselli Köyü sakinlerinden idi.
Gazimağusa’ya yerleştirilmeleri ile birlikte her aileye bir ev ve geçimlerini sağlamaları için meşgul olabilecekleri bir Portakal/Greyfurt/Madalina/Limon kompozisyonundan oluşan bahçeler tahsis edilmişti.
Evimiz ile bahçemiz farklı mahallelerde idi. O zamanlar çok anlamasam da, şimdi düşününce “planlama neye göre yapıldı acaba?” diye sorası geliyor insanın. Ev seçiminde bir kura sisteminin uygulandığını söylemişlerdi. Muhtemelen bahçe seçiminde de benzer birşey uygulandı. Zannetmiyorum ki, evlerin eski sahibi olan Rum’ların bahçeleri bulunup insanlara tahsis edilsin.
Neyse efendim, bizimkilere düşen ev Veyselli köyü sakinlerinin ağırlıklı yerleştirildiği Piyele Paşa Mahallesi’nde (Resmi adı bu olsa da, herkes Veyselli Mahallesi olarak bilir) olmasına karşı, bahçemiz Karakeşli mahallesinin (Yine Erdemli’deki köyün adı) uç noktasında sınıra yakın bir yerde idi.
Bir ortak ile işletilen bahçenin bakımı için, o dönemde ve sonraki uzun bir dönemde Kapalı Maraş’ta Bekçilik görevi yapan babam ve büyük ağabeylerimiz Abdullah ile Bayram işbirliği yapmakta idiler. Ben daha çok Bayram abim ile büyüdüğüm için kısaca APO dediğimiz abimin bu konudaki katkısını bilmiyorum.
Ağabeylerim ile birlikte, bahçenin bakımı için gittiğimiz sıcak yaz günlerinde, gece geç saatte eve dönüş yolunda uyukladığımı hatırlarım. Ayrıca, havanın yine sıcak olduğu günlerde, bahçenin sulaması için kuyudan çekilen suyun geçici olarak biriktirildiği havuzlarda da ilk biyolojik deneylerimizi yapıp aynı yerde serinlediğimizi de hatırlarım.
Kurbağa yavrularını yakalamanın kolaylığı, bana kendimi balıkçı gibi hissettirirdi. Şimdi ise, bizim evde bu konuda hanım uzman 🙂
Biri büyük diğer küçük olan bu 2 havuzdan büyük olanda yüzebilmek terfi etmek kadar haz verirdi. Keşe kızlar beni o zaman görselerdi de “Way be..” deselerdi derdik hep.
Bazen babamın veya ağabeyimin bisikleti ile gece geç saate eve dönerken, arka oturakta oturur, ağabeyimin beline sarılır, düşme korkusu ve bisikletin yolu aydınlatan farının ışık oyunu heyecanı ile karışık duygular içerisinde olurdum.
Bazen lastiğimiz patlar ve bilmem kaç dakika veya saat yürüyerek gelirdik.
Babam, belki birçok konuda çok şanslı idiyse de, özellikle bu bahçe konusunda çok şanssızdı. Kuyudan su çeken motor çok sık bozulurdu.
Bahçenin devamı için bunun tamir edilmesi ise şarttı. Burada, herhangi bir sabotaj var mıydı, kullanılan motor ve diğer ekipmanların ömrü mü dolmuştu yoksa tamamen tesadüf müydü bilinmez.
Kaç yıl olduğunu bilmiyorum ama babamın bu mücadelesi belki 10-15 yıl sonra pes ettirdi. Ve bahçe ile ilgili haklarını, toprak hakkı saklı kalmak kaydı ile ortağa devretti.
Lor ile Pastırmanın ilişkisi
Lor ile pastırmanın benim yaşamımdaki ilişkisi, babam ile kuyu motoru arasındaki mücadele dönemiyle ilişkilidir.
Ne zaman ki mücadeleyi babam kazanır, bizim evden Hellim Peyniri, envai çeşit meyve ve özellikle Pastırma eksik olmazdı. Annem pastırmayı mutfağımıza koridordan girince hemen soldaki dolapların en üst gözünde saklardı. O zamanlar Rumlardan kaldığı haliyleydi dolaplar. Sarı rengi kapaklar ve aliminyum kolları vardı.
O dolapların kollarının doğru dürüst yıllarca çalışmasına ve bakım gerektirmemesine karşı, 2006 teknolojisi ile yapılan benim İstanbul’daki evimdeki tüm dolapların kolları sürekli tamir isterdi.
Annemin sakladığı pastırmanın yerini ben görmüştüm elbette. Pastırma derken de, öyle Ramazan’da aldığımız gibi gıdım gıdım alınmazdı babamın zafer döneminde. Bayağı o kasaplarda sarkan pastırmanın tamamı alınırdı.
Annem de bize yemeklerde peyderper verirdi.
Ben ise, canım çektiğinde, mutfak tezgahı üzerinden dolaba erişir ve aşırırdım pastırmadan, ama azıcık azıcık 🙂
Ben sabahları kahvaltıyı böyle Hellim’siz yapmamaya alıştığım için, babanım motor karşısında kaybettiği dönemler çok zorluk çıkardığımı hatırlıyorum ebeveynlerime karşı.
Motorun, kendi ölümü ile babama karşı zafer kazanması Pirus Zaferi‘ni hatırlatıyor şimdi. Böyle zamanlarda, babam tüm bekçilik maaşını motorun tamirine yatırdığı için muhtemelen bakkal ile olan tüm alışveriş veresiye şeklinde yürütülüyordu.
Annem, böyle zamanlarda babama ruhen ne kadar destek olurdu hatırlamıyorum, ama isyanını duymadım hiç desem yalan olmaz. Fiilen de, zor durumdaki evin bütçesine katkıda bulunmak için, beyaz peynir ile Lor Peyniri’ni karıştırır ve kahvaltıda Hellim yerine onu koyardı önümüze.
Küçük bir çocuk olarak, bu değişimin sebebini bilmez, sorgulamaz ve anlamazdım. Okula gitme zamanı olduğunu şimdi hatırlıyorum, zira böyle günlerde sabah kahvaltıda ağladığımı ve Hellim istediğimi çok iyi hatırlıyorum. Bir defasında, annemin babama baktığını (Babamın evde olduğu ve birlikte yerde kahvaltı yapabildiğimiz o güzel günlerde) ve babamın, “git bakkaldan bir paket Hellim al, çocuk okula gitmeden yesin” dediğini ve annemin koşarak sadece bir paket alabildiği Hellimi bize sunduğunu çok iyi hatırlıyorum.
O bakışın benim, ve özellikle ailemiz için ne kadar önemli olduğunu ancak şimdi hatırlıyorum. Zira, benim de aynı yaşlarda bir kızım var ve aynı şeyleri biz de yeri gelince yaşıyoruz.
Her zaman bu şekilde çözülemeyen bu dönemlerde, gerek kahvaltılık olarak Beyaz+Lor Peynir karışımı yediğimizi, annemin sıkmalarda bile bunu kullandığını ve yemek zorunda kaldığımızı hatırlarım.
İşte, Lor Peyniri ile Pastırma denince, benim yüreğimi burkan bu anılarım aklıma gelir hep.
Lor Peyniri ile Pastırma bir yazıda nasıl bir araya gelebilir? Bunun benim açımdan olan birleşimi, aslında çocukluk döneminde yaşadığım bir tramva ile açıklanabilir. Burada, bir baba’nın çaresizliğini, bir annenin yalvarışını ve bir sıpanın isyanını bulabilirsiniz. Aynı şekilde zıt olarak bir babanın gururu, annenin mutluluğu ve yine -ben- aynı sıpanın mutluluğunu bulacaksınız. “Sene, geçen sene…” şeklinde…